15 Haziran 2015 Pazartesi

AYDIN ORAK ROPÖRTAJ - RADİKAL

Sınırlarla derdi olan biriyim

Sınırlarla derdi olan biriyim
Fotoğraf: MARCOS










Tiyatro Avesta, Tiyatro Festivali kapsamında bu akşam 20.30'da Garajistanbul'da 'Daf' (Kapan) adlı oyunlarını sahneliyor. Oyunun yazarı Aydın Orak, 'Daf' için "Militarizm eleştirisi" diyor.
Haber: İPEK İZCİ -ipek.izci@radikal.com.tr / 04/06/2012 
Aydın Orak’ın yazdığı, Murat Garipağaoğlu’nun yönettiği ‘Daf’ (Kapan), kumun üzerinde oynanıyor. Dekorun bir sınır teli olduğu ve bu telin hem sahneyi hem de seyirciyi ikiye ayırdığı sahnede, toprağa çizilen sınırların anlamsızlığı absürd bir anlatımla dile getiriliyor. Oyunu, yazarı ve Tiyatro Avesta’nın yürütücüsü Aydın Orak anlattı.

Tiyatro Avesta, 2003 yılında kuruldu. Oyunlarınızı da genelde Kürtçe sahneliyorsunuz… 
Evet ama son iki oyundur Türkçe üstyazı kullanıyoruz. 2005’te Gogol’un ‘Bir Delinin Güncesi’ oyununu Kürtçe sahneye taşıdık. 2007’de Aziz Nesin’in ‘Sen Gara Değilsin’ oyununu Turgay Tanülkü rejisiyle sahneledik. 2008’de Musa Anter’in yaşamını anlatan ‘Araf/İki Ülke Arasında’ adlı tek kişilik oyunu sahneledik. Dört yıldır Araf’ı sahnelemeye devam ediyoruz. 2009’da Harold Pinter’in ‘Dağ Dili’ ve Mehmed Uzun’un ‘Bir Yiğidin Ölümü’ adlı iki ayrı eserini ‘Bir Dilin Ölümü’ adıyla çapraz kurguyla sahneledik. Şimdi de yazdığım ve Murat Garipağaoğlu’nun yönettiği ‘Daf’ (Kapan) oyununu 18. İstanbul Tiyatro Festivali için sahneliyoruz.

‘Daf’ nasıl çıktı? 
Mardin’in Nusaybin ilçesinin Suriye sınırında doğup büyüdüm. Sınır ve mayınlarla derdi olan biriyim. Bu yüzden yıllarca bu oyunu yazdım, yazdım, tekrar yazdım.

Yani kendi gördüklerinizden yola çıkarak yazdınız... 
Evet ve bu gördüğüm şeyler gerçek şeyler. Sınır, mayın, toprak... 16 yaşıma kadar o sınır boylarında yaşadım. Oyunda geçen her bir konu tamamen gerçekler üzerinden inşa edilip yazıldı. Biz zaman zaman absürd anlar, durumlar koyduk. Fakat hepsi gerçeklik üzerinden gelişti. Provaya gelen dostlarımızın bazıları “Bu kadar olmaz, bu kadar da abartı olmaz” dediklerinde gerçek video görüntülerini izlettiğimizde “Tamam, gerçeklik daha absürd, daha abartılıymış” diyorlar. Hakikaten gerçeklik çoğu zaman tiyatrodan daha daha gülünç, daha absürd, daha acı. Yani hayal gücümüz çoğu zaman gerçekliğin yanından bile geçemiyor. Fakat ‘Daf’ oyununda neredeyse hiçbir sahne hayal gücü ile yazılmadı.

Sizce bu oyun seyirciye ne söyler? 
‘Daf’, militarizm, emperyalizm eleştirisi yapıyor ve savaş karşıtı bir oyun. Haksız ve gereksiz toprağa çizilen sınırların anlamsızlığını absürd bir anlatımla sahneliyoruz. Oyunda belki de şunu demek istiyoruz: Köle değil, tahakküm kuran; özgürlüğü zapt eden, özgür olamaz.

12 Haziran 2015 Cuma

AYDIN ORAK BİYOGRAFİ


AYDIN ORAK BİYOGRAFİ

Aydın Orak, 1982’de doğdu. Gösteri Sanatları Merkezi Tiyatro Yönetmenliği’nde iki yıllık eğitim gördü. Aralarında Gogol, İbsen, Yaşar Kemal, Haşmet Zeybek olmak üzere birçok yazarın oyununu çeviren Orak, İstanbul Bilgi Üniversitesi- Sahne Sanatları ve Performans Bölümünü terk etti.  Asasız Musa uzun metraj filmi 2014 Türkiye’de vizyona girdi. Birçok ulusal ve uluslararası film festivaline katıldı. Ödüller aldı. Yönettiği film ve oyunlarla Türkiye, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika, Almanya, Fransa, İsviçre, Kanada, Avusturya ve Avustralya’da önemli festival ve turnelere katıldı. İskenderiye Uluslararası Film Festivali, Adana Uluslararası Film Festivali, Antakya Film Festivali gibi festivallerde jüri üyeliği yaptı. Direklerarası Tiyatro Ödüllerince Yılın Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Şiir, çeviri ve araştırma alanlarında beş tane kitabı yayınladı. Onlarca tiyatro oyununda oyunculuk, yönetmenlik ve çevirmenlik yaptı.  İstanbul’da yaşıyor. 

KATILDIĞI WORKSHOPLAR
PETER BROOK ACTOR WORKSHOP - 2005
ACTOR WORKSHOP MELBOURNE / AUSTRALIA -2013

AYDIN ORAK ROPÖRTAJ HABERTÜRK

Israrla ve yüksek sesle Musa Anter, 

Betül MemişHrant Dink diyeceğiz!

14 Ekim 2014 Salı


Betül Memiş

"Uyudum, uyandım, uyudum, uyandım; kepaze bir yaşam…” diyen en üstadım Kafka modunda ömür sayacına bir çentik daha atarken, memleketim coğrafyasının bit(e)meyen tuhaf/zor zamanlarına dair susasım var, hem de geniş geniş! Erkler nidalarında, bir eli belinde bizleri paylayadursun ‘umut’u ‘umut’ bilip de “devam” diyenler de var…  Nietzsche’nin ‘umut süründürür’ün aksine her şeye rağmen umut diyen, bu şahsına münhasır umut yaratıcılarından biri de tiyatro camiasından kelama düşüp cemalini bildiğim Aydın Orak… Yaklaşık yedi yıldır tiyatro sahnesinden anlattığı “Araf”la, 92’de Diyarbakır’da öldürülen Kürt aydın Musa Anter’i, nam-ı diğer Ape Musa’yı şimdi de “Asasız Musa” adıyla sinema perdesine aktarıyor. Orak’ın ilk uzun metraj filminde Anter'in üç çocuğu da rol alıyor. Ekim başı itibariyle vizyona giren film; Kürt aydın Musa Anter'in yaşamındaki dönüm noktalarını metaforik bir dille anlatıyor. Dört yıllık çalışma sürecinin ardından Mardin merkez, Nusaybin, Akarsu ve Musa Anter'in doğduğu köy olan Zivinge'de çekilen filmde Anter'in yaşamını 10 oyuncu canlandırıyor. Turgay Tanülkü, Aydın Orak, Selamo, Murat Toprak gibi oyuncuların rol aldığı "Musa Anter" karakterine filmde Şenay Aydın da eşlik ediyor. Musa Anter'in çocukları Anter Anter, Dicle Anter ve Rahşan Anter de filmde rol alırken, evinin yanındaki çınar ağacından esinlenerek adını Çınar koyduğu yeğeni de oynuyor. Anlatımı ve altını çizmek istediği meramı bakımından filmi beğenenler olduğu kadar beğenmeyenler de var… Bir de ama şöyle anlatılsaydı diyenler… Fakat gerçek şu ki; arşiv geleneğinin hiç olmadığı memleketim deryasında, bugüne kadar Musa Anter’in üzerine icra edilen en temizinden bir toplama/çalışmadır “Asasız Musa”… Ve ne olursa olsun, bu Aydın Orak’ın Musa Anter’idir… Siyasal ve yaşamsal alanda absürdlükler çemberinde debelenedururken, hala vicdana saplanan oku çıkaramadığımız Musa Anter de şuramızda hiç gidemiyorken, en koyusundan tam da bugünlere bir sestir, boyuttur, algıdır “Asasız Musa”… O minvalde de bundan sonraki Musa Anter ve diğer başka çalışmalara örnek olur niyetiyle sözü Aydın Orak’a bırakıyorum… Şimdilik bulunduğumuz renkten devam!
AYDIN CİNAYETLERİNİ YAŞAYAN BİR ÜLKEYİZ
Söyleşi için oturduğumuz mekanda dahi bana "o Asasız Musa mı?” diyerek sana “Asasız Musa” dedirten filminden desturumuzu verelim istiyorum... Hikayeyi sende yaratan ve yarattıran ilk önce hissiyatını, sonrasında da serüvenini öğrenmek istiyorum?!
Bana gelen e-postanın birinde “Sayın Musa Anter” diye başlıyordu. Bu hissiyatı tanımlayamıyorum desem yeridir. Musa Anter yaptığım tüm anlatılar gibi bir imge idi. Bu imge zaman içerisinde bir metafora, ardından bir film anlatısına dönüştü. Bu süreçte ben bir şey yapayım, bir film, bir oyun, bir şiir demiyorum. O imge kendisi karar veriyor... Ben sadece bir taşıyıcıyım. İçimde biriken duyguların evrilmesi sonucu bir 'şey' ortaya çıkıyor. Bu 'şey' de bazen tiyatro oyunu, bazen film, bazen de bir şiir olabiliyor. Filme çevirme fikri ilk olarak Hrant Dink’in katledilmesinden sonra ortaya çıktı. Maalesef aydın cinayetlerini yaşayan bir ülkeyiz.

Gogol’un paltosu misali filmde Musa Anter, 10 farklı karakterin paltosu oluyor adeta…
Evet... Musa Anter bir palto, bir şapka ve bir bavul olarak simge halini aldı. Bu simge, belki de ruh, her insan evladının giyebileceği, karakterine, bedenine sinebileceği bir tür görünür veya görünmez bir gölge, bir koku olabilir. Bu toprakların esmer ya da kumral çocuklarının bir kısmı veya tümü Apê Musa'nın paltosu misali… Neden olmasın?

Galada dillendirdiğin üzere “bu film Aydın Orak'ın Musa Anter'idir” eyvallah da; sende cümleye düşen Asasız Musa ve Musa Anter kimdir?
Musa Anter bir yazar, bir mücadele insanı... Bir insanın en derinindeki saklı insan... Bir faili belli, kendisi belli, durduğu yer belli olan, hala aramızda, beynimizde filmlerimizde, sahnelerimizde yaşayan bir koca çınar. Çoğu zaman cümleye, kelimeye, söze sığamayan bir kifayetsiz tanım. Bir şiir, bir isyan, bir çocuk, bir dağ, bir ova, bir yumurta, bir daktilo…


Önce tiyatroda, şimdi de sinemada anlatıyorsun Musa Anter’i… İki kadrajda da ne gibi farklılıklar var? Sinemada altını çizmek istediğin mevzu neydi?
Tiyatrodaki Anter bir “Araf”. Yani iki dil ve iki kültür arasındaki köprünün nasıl olduğu bir köprü. Köprü olmak bazen insan olmaktan daha zordur. Köprü olmak: Taşımak, sırtlamak, denge olmak... İkisinin tam ortasında olmak... İşte tam da zor olan olmak... İkisi olmak bazen olamamaktır da... Bazen köprünün her iki tarafı, her iki yanağınızın aşağısında olabilir veya yukarısında olabilir. İşte “Araf” bu kadar net olabiliyorken, “Asasız Musa” size net cevap vermeyen hatta neredeyse hiç cevap vermeyen, mütemadiyen soru soran bir yerde durur. Size sorulan soruları cevaplamanızı, analiz yapmanızı, kadraja yansıyanı adeta bir kitap gibi okumanızı istese? Siz de okusanız, fena mı olur!?
BU ÜLKENİN AYDIN-ENTELLERİ HEP AYNI YERDE OLDULAR
Araya sıkıştırmak istiyorum; popüler ve tüketimi hızla onaylandırılan bir sistemde böylesi bir belgesel/filme girişmek; delileri severim eyvallah da biraz arka tarafını duymak istiyorum, yaşadığın tiyatro ve sinema düzeyindeki zorlukları?
'Hiç kimseye boyun eğmeyip, kimseye zarar vermeyene deli derler' ikimiz ben-sen olan bu meziyeti severim. Bir şey film, tiyatro tasarlarken ilk önce 'kimin için yapıyorum?' diye sorarım. Eğer bir derdiniz varsa ve bunu her şeyi ve herkesi göze alarak yapıyorsanız, tüm olumsuzluklara da dünden razı olur musunuz? Asla! Olumsuzluklar yaptıklarınızı seyirciye ulaşma konusunda sıkıntı, yasak, engel yaratıyorsa buna karşı mücadelenin her türlüsü verilir. Sinemada, tiyatroda ödenek başlıca nedenler gibi görünür malumunuz.

Yasaklanan belgeselin “Berivan”dan sonra yeniden böyle bir sürece girmek sende ne gibi hemhallere sebep oldu? Sözü gelmişken “Berivan”da yaşadıklarını bir de buradan dinleyebilir miyiz? Sence böylesi mevzularda neden sanat camiası susuyor-içine kaçıyor? Nerede yanlış yapıyoruz?
Bir belgesel yaptım birkaç önce ve bu film eser işletme belgesi alamadı. Yani nazikçe yasaklandı. Fakat ülke çapında hiç kimse tek kelime etme gereği duymadı. Çünkü söz konusu film bir katliamın belgesiydi. Bu belgeyi kamuoyuna sundum. Bunu engellediler. Bu ülkenin aydın-entelleri hep aynı yerde oldular. Ne zaman adam gibi bir şeye karşı çıktılar ki, buna karşı çıksınlar. Devleti karşılarına alıp?! Bu riyakarlık ve korkaklık o kadar içlerine sinmiş ki, kırılması mümkün değil.

1992'de katledilen Musa Anter'in hala gözyaşı kurumamış ve birçok mevzuda olduğu gibi adalet çarkını işletememişken, 7-8 yıldır Musa Anter'in biyografisi ve kelamıyla haşır neşir olan bir insan olarak ne söylemek istersin?
Musa Anter'in yaşadığı bunca işkence, yasak, hapis ve sürgünlerin hesabı verilmemişken, yüzleşmemişken bu ülke, üstüne bir de öldür! Ve katilleri hala aramızda olsun! Dönemin devlet erkanında olsun... Şimdinin ağa-paşa modlarında yaşasın... Bu böyle olduğu sürece, bu failler yargılanmadıkça, ısrarla büyük harflerle ve yüksek sesle Musa Anter, Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Hrant Dink diyeceğiz ve bu can, bu bedende oldukça devam edecektir.

APE MUSA’NIN YAŞADIĞI KÜRT HALKININ YAŞADIĞI ŞEYLERDİR


Film sadece Ape Musa'yı ya da “Aydın Orak'ın Musa'sı”nı anlatmıyor, aynı zamanda algısı geniş kapılı bir 90'lar Türkiyesi de resmediyor: 2014'ten bakınca nasıl görünüyor?
Sadece 90'lar değil! 1940'lardan bu yana çeşitli anekdotlar var filmde. Apê Musa'nın yaşadığı şahit olduğu olaylar Kürt halkının yaşadığı şeylerdir. Her konuştuğu Kürtçe kelime cezası olarak para ödendiği, Kürtçe ıslık çalmanın yasak olduğu, 49'lar davası, ölümler, yasaklar bunları Apê Musa yaşamış ve anlatıyor. Fakat tüm bunlar Kürt halkının her bireyinin yaşadığı genel geçer olaylardır. Bugün 90'lardan çok bir farkı olduğunu sanmıyorum.

Sence filmin izleyiciler tarafından anlaşılabilecek mi? Sanat yapıyorken anlaşılmak o kadar da önemli midir yoksa zaman denen algı mı bir şekilde onu anlamlı kılar?
Sanat dediğimiz kelam pekala anlaşılmak ister… Fakat bu isteme biçimi o kadar çetrefilli ki! Birine göre anlaşılmaz iken, diğerine göre çok basit olabiliyor. O halde bunu nasıl çözeceğimizi bir kenara bırakırsak, yani kim neyi nasıl, ne düzeyde anlayacağını bir kenara bırakalım. Biz bir 'şey'i ne derinlikte anlıyoruz. Ben bir şeyi anlayabiliyorsam, anlamlandırabiliyorsam, okuyabiliyorsam, izleyen de bunu yapar. Seyirci benden geride değil, tam tersi çoğu seyirci yaptığım imge ve metaforları benden daha iyi okuyabiliyor, anlamlandırabiliyor. Ben bir anlam yüklerken seyirci bana 10 farklı anlamla geliyor. Burada bilmeyen cahil olan benim. Benim ne haddime onlara bir şey öğretmeye çalışmak!

Tiyatroculuğunun artı ve eksisi neler oldu Asasız Musa’da… Zira filmde en âlâsından tiyatro kelamı hakimdi; yapmak istediğin tam da bu muydu?
Aynen öyle... Tiyatrodan sinemaya bir şeyler taşımak istedim kendi taşıtabildiklerim çerçevesinde. Brecht ve epik anlatım... Bu kendimce oyunculuk, kamera kullanımı, epizotlarla anlatım gibi algıları sinemada kullandım.

Şimdiye kadar filmi izleyenlerin eleştirileri ne yönde oldu; aldığın en absürd eleştiri nedir ya da seni mesut eden?
Benim mesut olmak gibi bir beklentim olmadı. Fakat filmi okuyabilen çok iyi yazılar çıktı. Benden daha iyi analiz edilmiş. Fakat çok komik yazılar da çıktı. Örneğin bir sinema yazarı "oyuncular kameraya bakıyor, kamera sallanıyor, sahne hep kararıyor, birbirinden alakasız sahneler vb." gibi cümleler kurmuş. Eğer siz epik tiyatroyu veya göstermeci biçimin ne olduğunu bilmiyorsanız böyle komik duruma düşersiniz. Oyuncuların kameraya bakması, kameranın teklemesi, sahnelerin epizodik olması, her sahnenin tek başına tasarlandığını ama bütünün parçaları olduğunu yönetenin bilerek yaptığını anlamayacak kadar tekdüze düşünür.

TEPKİNİ KOY GEREKİRSE FİLMİ TERK ET AMA FİLMDE UYUMA!

Filmde duvar-kayalıklara atılan yumurta ve adeta recm edilen / yerde taşlanan bir daktilo gibi gerçekten biz izlekleri acayip diyarlara salan metaforlar var, bunların sende ve yaşadığımız coğrafyadaki tezahürü nedir?
Bu sahneleri yazarken bu coğrafyanın mitolojisinden tutun, değerleri, geleneklerine kadar düşünerek yazdım. Çok uzun sürdü bu süreç. Öyle bir anlatım olmalı ki, bir tek anlama gelmesin, birçok anlamı taşısın istedim. Onun için bu filmin demokratik bir film olduğunu söylüyorum. Herkes sözünü söylesin. Bu film seyirciyi o pasiflikten çıkartıp kendi sözünü söylesin, kendi eylemini koysun, birey olduğunu anlasın istedim. Onun için filmin ortasında sinemayı terk etmesini de en haklı eylem biçimi olarak görüyorum. İşte tam da istediğim bu. Evet, sen bir bireysin, tepkini koy ve gerekirse filmi terk et ama filmde uyuma!

Bu arada yapım şirketi kurma fikri bu filmle mi oluştu? Neden?
Evet. Zorunluluktan. Eser işletme belgesi, bandrol, fatura… Bunlar olmadan vizyon zor olacaktı. Bir de yeni projeler var. Hem film projeleri hem Tiyatro Avesta'nın resmi işlemleri bu şirket üzerinden yapılacak.

Tiyatro Avesta’dan bahsedelim, neler oluyor o tarafta da;  yeni projelerin var mı, tiyatro ve sinema anlamında?!
Evet. Yeni tiyatro oyunlarının yanı sıra eski oyunlar da devam edecek. Bir de yeni film veya belgesel filmler.

Vakti zamanında Kürt kelimesinin bile telaffuzu yapılamazken sen ve senin minvalinde çok az grup Kürt Tiyatrosu’nda tüm zorluklara rağmen devam ediyorsunuz; bu kapsamda da yaşadığın zorluklar neler?! Kürt Tiyatrosu’nun bunca zamandır aldığı yolu nasıl değerlendiriyorsun; ayrıca Türkiye Tiyatrosu’nda diğer tiyatro gruplarının ve izleyicinin Kürt Tiyatrosu’na karşı ilgisini nasıl  gözlemliyorsun?
Kürt tiyatrosu son dönemlerde biraz da olsa görünür hale geldi. Fakat 1990’lardan beri Türkiye’nin batısı e doğusunda Kürt tiyatrosu icra ediliyor. Şu sıralar Kürt tiyatrosu adı altında bir kitap hazırlıyorum. Mezopotamya’da tiyatronun doğuşundan geleneksel Kürt tiyatrosuna, dengbejlikten Osmanlı’da Kürt tiyatrosuna, Türkiye, Irak, Suriye, İran, Ermenistan, Avrupa’da Kürt tiyatrosu başlıklarına kadar geniş kapsamlı bir kitap. Bu kitapta tarihi ve güncel bilgiler belgeleriyle beraber yer alıyor. Fakat bugünkü süreç daha devamlılığı olan bir periyotta gidiyor. Kürt tiyatrosu hep var oldu ve varolmaya devam ediyor. Bazen tökezliyor. Zorluklarla ite kaka arlığını sürdürüyor. Şu sıralar özellikle İstanbul’da birkaç ekip var. Bu ekipler çok zor şartlarda da olsa bir şeyler yapıyorlar.

Bir Yaşar Kemal muhabeti


Bir dağ gibi kadim: Yaşar Kemal



İnsanın adı, sanı, yaşı piştikçe, varoluşu gerçek anlamda gerçekleştikçe, kısacası büyüdükçe dünya tıpkı nefsi gibi giderek küçülür. İnsan büyüdükçe nefsi küçülür. İşte bu deneyimi bu cümleleri Yaşar Kemal’i tanıdıkça kendi kendime yıllar yılları kovaladıkça söyledim, deneyimledim ve öğrendim.

Bir çırak bir ustanın yanında ne öğrenir? Ustadan sadece sanat veya zanaatını öğrenmez. Bu sadece küçücük bir şeydir. Asıl öğrendiği şey; onunla aynı atmosferi soluması, baktığını görmesini bilmesi, oturmasını, kalkmasını, yürümesini, kısacası yaşamasını bilmesini öğrenir. Havadan sudan konuşması bile, onunla aynı havayı soluması, ustanın çırağına havanın nasıl soluduğunu öğretmesi yeterince bir ‘şey’ değil midir zaten! Öğrenmek dediğimiz nedir ki: Yandım piştim elhamdülillah değil midir?

2005 yılında Gündem gazetesi kültür sanat sayfası için yazılar röportajlar yapıyordum. O cahil cesaretiyle Yaşar Kemal ile röportaj yapacağıma bir anda karar verdim. Telefonu aldım ve Usta’yı aradım. İçimden “şimdi sekreteri çıkacak, ona ulaşmam çok zor” derken telefonun diğer  ucunda Yaşar Kemal tok sesiyle “Aloo” dedi. Kendimi toparlamam zor oldu. Ona Gündem gazetesinden aradığımı, kendisiyle söyleşi-sohbet etmek istediğimi söyledim. Usta “Aydın, yazılarını okuyorum. Bugün görüşelim.” dedi.
-Ne taraftasınız?
-Asya’dayım.
-Hocam ben Avrupa’dayım. Asya’ya geçebilirim.
-Hayır. Aydın, ben Avrupa’ya geçerim. Hilton’da buluşalım. Saat 15.00’te…
-Tamam. 15.00’te.
Gazetedeki arkadaşlara Yaşar Kemal ile röportaj yapacağımı sormak istedikleri olup olmadığını sordum. Biri üstadın bir yaprağın dalından yere düşüşüne kadar, o kadar betimlemeyi nasıl yaptığını sordu. Pınar Selek yayın kurulumuzdaydı. O da gelmek istediğini söyledi. Yemekhaneye çıktım. 20 dakika sonra biri bağırdı: “Aydın, Yaşar Kemal telefonda seni arıyor.” Koşarak aldım ahizeyi:
-Buyurun hocam.
-Aydın, 15 dakika geç kalacağım. Köprüde trafik var. Haberin olsun.
Şu inceliğe bir bakar mısınız? İnsan insandan, çırak ustadan sadece mesleği öğrenmiyor demiştim. Hayatın tüm inceliklerini, geçmişi, geleceği, en çok da içinde olduğu anı yaşamayı deneyimliyor.

KÜRT AYDINI SEN MİSİN?
Pınar ile Hilton’da Usta’yı beklemeye başladık. Kısa bir süre sonra o dev cüssesiyle, dağ gibi, Mezopotamya ve Anadolu’nun tüm kadim kültürlerini içinde barındıran o dağ adam tüm heybetiyle giderek bize yaklaşıyor. Tam yanımıza vardı. Parmağıyla beni gösterip:
-Kürt aydını sen misin?
-Evet, ben Kürt’üm ve ismim Aydın.
-Nasıl ama Kürt aydını. Gazeteyi niçin aradığımı anladın mı?
Başta idrak edemedim. Sonra gazetenin numarasından beni aramasının ne demek olduğunu anladım. Oturduk. Uzunca bir sohbete girdi. O kadar meseleleri kendine has üslubuyla anlatırdı ki, hem güler, hem eğlenir, hem öğretir... O bir dengbêj, bir abdal, bir ozan bir Yaşar Kemal’di. Evdalê Zeynikê için Kürtlerin Homeros’u diyordu. Ben de bu toprakların Homeros’u dememin doğru bir tanım olacağını düşünüyorum onu dinlerken ve ona bakarken.

Konuşma arasında onun Teneke oyununu Kürtçeye çevirmek istediğimi söyledim. O da çevirebileceğimi ve sahneleyebileceğimi, hiçbir telif de istemediğini söyledi. Aradan zaman geçti. Teneke’yi Kürtçeye çevirdim. Ve kitap 2006’da yayımlandı. Kitabı ona vermek için tekrar görüştük. Kaç tane kitap getirmem gerektiğini sordum. Yazara 12 tane kitap verildiğini, böyle bir adetin olduğunu söyledi.

TENEKE’Yİ KÜRTÇE SAHNELEYECEĞİM SÖZÜMDÜR
Oyunun ne zaman sahneleneceğini her görüştüğümüzde veya telefonla konuştuğumuzda sorardı.
-Teneke’yi ne zaman sahneleyeceksin?
-Hocam, oyunun kadrosu biraz fazla, bu kadar kadroyla, dekor kostüm ile ve Kürtçe sahnelemek, maliyet olarak bizi aşıyor. Bütçesini oluşturmak için bir şeyler düşünüyorum.
-Yok mu oyuna destek olacak, sponsor olacak?
-Oyun Kürtçe olacağı için pek kimse yanaşmıyor.
-Dur, birkaç kişi var. Onlarla görüşeyim. Haber vereceğim.
Yaşar Kemal gibi aslen Kürt olan bir yazarın eserinin kendi ana diliyle sahnelenmesini o yaşıyorken, dünya gözüyle, kendi eserini sahnede görmesini çok istiyordum. O da, o kadar istekliydi ki, kendi eserini ana diliyle sahnede görmeye… Fakat kendime ve ona bir söz verdim. Teneke’yi onun anısına, er geç, kendi ana dili olan Kürtçeyle sahneleyeceğim. Bu ona verilmiş bir sözdür.

Sohbetlerimiz boyunca iki dilli espriler yapar, Kürtlerin politik olarak kurtuluşundan söz ederdi. Erbil’de yapılan Cegerxwîn Kültür Festivali’ne davet edildim. Yaşar Kemal’i de ısrarla davet etmek istediklerini söylediler. Usta ile görüştüm. Durumu anlattım. Sağlık sorunlarından kaynaklı gelemeyeceğini, ama festival için bir mesajının olabileceğini söyledi. Mesajını bana söyledi. Ben de Mesut Barzani’nin de hazır olduğu festivalde okunması için mesajı ilettim. Usta mesajında Cegerxwîn’in Kürtlerin Nâzım Hikmet’i olduğunu söylüyordu.

YAŞAR KEMAL, MUSA ANTER’İ ANLATIYOR
Musa Anter’le olan anılarından sürekli söz ederdi, usta. Özellikle Kürtçe ıslık çaldığı an ki anlatımı ve anısını Musa Anter’in yaşamını anlattığım Araf oyununda video ile anlatıyor. Yani usta sahnede Musa Anter ile birlikle video yoluyla oynuyor. Oyunun en samimi anlatımdan bir tanesidir: “Musa Anter gibi öfkesiz Kürt görmedim. Onu öldürdüğü için, bağışlamıyorum bu devleti.”

Kitapların, toprağın, doğanın, otun, böceğin, ateşin, ağacın, kuşun, yiğitliğin, taşın, dağın Mezopotamya’nın, Anadolu’nun, dünyanın ölümüdür Yaşar Kemal’in ölümü. Bir kalem, bir kağıt ve bir orman değil midir zaten bir yazarı var eden? Bir yazar, bir kalem bir kağıt ve bir ormanda tekrar yaşam bulmayacak mı sanki! Bir yazarın gövdesi, bir ağacın gövdesi kadar kadim, bir dağın heybeti kadar görkemli, bir kelebeğin gölgesi kadar hafif ise işte o zaman o gerçektir. Gerçeklik dediğimiz zaten bir rüya değil midir?

Kitap olmak insan olmaktan zordur. İnsan sonsuz olur. Kitap hep var olur. Aslolan o kitaba kendi kanından, kendi terinden damlatmak değil midir mürekkep yerine? İşte o zaman insan kendi yazdığı kitap olur. Ve işte o yüzden kitap olmak daha zordur. Hem bir kağıt olur, hem bir yazı olur, hem de bir insan olur. O insan da bir yazar olur. Dünyaya sığmaz olur. Sonsuzluk içinde var olur.
Teneke, 2006 yılında Berçem Yayınları'ndan çıktı.

11 Haziran 2015 Perşembe

YASAKLI BİR FİLMİN ÖYKÜSÜ

Yasaklanan “Bêrîvan” filminin 
yönetmeni Aydın Orak ile söyleşi 

“Bêrîvan” filminin eser işletme belgesine başvuru sürecini anlatabilir misiniz? Film için ne zaman başvurdunuz? Başvurunuz ne şekilde sonuçlandı? Sonuçla ilgili herhangi bir yazılı veya sözlü gerekçe iletildi mi? 

“Bêrîvan” filmimizi 2011 yılının Nisan ayı gibi dijital olarak vizyona koymayı kararlaştırdık. Eser işletme belgesi için başvuru yaptık. Cevap bize çok geç geldi. Alt kurul karar verememiş. Başvuruyu üst kurula göndermişler. O sırada film 30. İstanbul Film Festivali’ne kabul olmuş ve programa alınmıştı. Filmin gösterimine yakın bir zamanda eser işletme belgesi başvurumuza cevaben bir mektup geldi. Filmi yasaklamışlar. Yani eser işletme belgesini vermediler. Mektupta şunlar yazıyordu: “Anayasamızın temel ilkelerine aykırı, kamu düzenini olumsuz yönde etkileme amaçlı, tarihî olayları çarpıtan, toplumda kin ve nefret düşmanlığını körükleyen, Türk milletinin birlik ve beraberliğini bozucu, PKK propagandası yapan unsurlar içermesi nedeniyle ticari dolaşıma ve gösterime sunulması oy birliği ile uygun bulunmamıştır.”

Yönetmen Aydın Orak

“Bêrîvan” filminin işletme belgesi alamadığını sizler kamuoyunda paylaştıktan sonra Bakanlık ile bir iletişim oldu mu? 

Hayır. Bakanlıkla herhangi bir iletişimimiz olmadı. Fakat filmin yasaklanma haberi basında yayınlanınca, bakanlıkla görüşen gazetecilere açıklamasını yapmışlar. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Hakan Taşçı yasaklama ile ilgili, diyaloglara iyi bakılması gerektiğini, PKK propagandası yapan unsurlar olduğunu, belgeseli destekleyenler arasında Roj TV’nin bulunduğunu söyledi. Tekrarlamakta fayda var. Tüm bu açıklamalardan yola çıkarak şunları söylüyorum. Türkiye’de bir film yapmak için anayasanın temel ilkelerini mi okumak lazım? Tarihî olayları çarpıtma denmiş. Filmde çektiğim tek kurmaca görüntü yok, yazdığım tek cümle yok. PKK propagandası denmiş. Kürtlerle ilgili doğru söylediğimiz herşey onlara göre propaganda. Onların işine gelmeyen herşeye “propaganda” damgası vuruyorlar. Milliyetçiulusalcı kafatasçı film ve dizileri değil yasaklamak, göklere çıkarıyorlar. Ayrıca müdür Taşçı, Roj TV destekli demiş. Eğer devlet de arşivinden yararlanmama izin verseydi, filmin jeneriğinde onlara da teşekkür ederdik. Filmde Roj TV arşiv konusunda destek verdiği için jenerikte teşekkür kısmında ismini geçtik. Bu, nasıl bir filmin yasaklanmasına neden olabilir anlamış değilim.

Yönetmen Aydın Orak

Cannes Film Festivali’nde filmin standda yer almasına kim karar verdi? Bakanlık neden böyle bir açıklama yaptı? 

Sonra değişen birşey oldu mu? Bakanlık ve Ankara Sinema Derneği basına o kadar manipüle ve yalan demeçler verdiler ki, resmen yaptıklarını inkâr ettiler. Bu konuda tüm basını ve sinema eleştirmenlerini de kendilerine alet ettiler. O zaman da kataloğu ve
raporları basınla paylaştım. Ama görmezden geldiler. Bakanlık her yıl Cannes Film Festivali gibi büyük festivallerde Türkiye’de o yıl yapılan film, belgesel ve kısa filmleri Türkiye standında sergiler ve bu filmlerin 25 DVD kopyasını 64 diğer ülke festival koordinatörlerine verir. Ve bunları rapor eder. Bakanlığın bu ihalesini de her yıl Ankara Sinema Derneği alır. Ankara Sinema Derneği, filmin 25 kopyasını kimlere verdiğini belirten listeyi ve Cannes için bastıkları İngilizce kataloğu bize gönderdi. Katalogda “Bêrîvan” filmimiz ilk sayfada yer alıyor. Bu katalog ve raporu basınla paylaştık. Ankara Sinema Derneği biz kataloğu paylaştıktan sonra iddiasından vazgeçip durumu kabul etmek zorunda kaldı. Fakat bu sefer Bakanlıkla bir olup “Bêrîvan”ın Türkiye’yi temsil etmesinin söz konusu olmadığını belirttiler. Defalarca açıklama yaptılar. Ama bir gerçek var ki, film hem Türkiye standında hem de stand kataloğunda yer aldı. Bunun üstünü örtmeye başladılar. Bazı gazeteler yanlış haber yaptı. Filmin Cannes’da gösterildiği gibi haberler çıktı. Bu doğru değildi. Film Cannes’da gösterilmedi. Cannes’ın Türkiye standı ve kataloğunda yer aldı. Bakanlık da bundan yola çıkarak filmin Türkiye’yi temsil etmesinin söz konusu olamayacağı gibi bir yazılı açıklama yaptı. Zaten biz hiçbir zaman filmin Cannes Film Festivali’nin gösterim programında olduğunu söylemedik. Bakanlık ve Ankara Sinema Derneği manipülasyonlarını bu yanlış haber üzerine kurdular. Ve buradan bize saldırdılar.

Buradan bir kez daha soralım: Filmin Türkiye standında ve bu standı, yani Türkiye’yi temsilen basılan katalogda yer alması ne anlama geliyor? 

Film, Türkiye’de yasak. Ama dışarıda temsiliyet değil de, nedir? Bana göre iki tür temsiliyet var: Biri festivalin gösterim programındaki filmler. Bir de filmlerin Türkiye stand ve kataloğunda sergilenmesi. Tüm bu yasaklamaların resmî belgeleri ve katalog elimizde, isteyen kişi veya kurumlara gösterebiliriz. İşin ilginç tarafı tüm bu yasaklamalara rağmen, hiç kimse kılını kıpırdatmadı. Sinema eleştirmenleri, sinema dernekleri, kurumlar… Herkes susmayı tercih etti. Bundan dolayı bir gelişme sağlayamadık. Anlayacağınız bu yasak konusunda yalnız kaldık. Sadece Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, öğrenci, öğretim görevlisi ve dekanıyla bir olup filmi sahiplenmeye karar vermişler. Üniversitede kalabalık bir kitleye filmi gösterdiler ve gösterimin ardından çok iyi bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu gösterimi yasağa karşı, inadına üniversitenin içinde gerçekleştirdiler.

Filmin gösterimi ile ilgili sorun yaşıyor musunuz? Batman’daki gösterim iptal olduktan sonra herhangi başka bir vaka oldu mu? 

Filmi 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali dışında ne ulusal ne yerel, ne demokrat, ne devrimci hiçbir festival programa alma cesaretini gösteremedi. Film ilk Bursa Emniyet Müdürlüğü, sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ardından da Batman Valiliği tarafından yasaklandı. Fakat devletin olmadığı her gösterim çok iyi geçti ve geçiyor. Özel gösterimlerde bir sorun çıkmadı. Filmin ilk galasını olayın yaşandığı Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaptık. Büyük bir heyecan yaşandı. Geniş bir çadırda gösterim oldu ve yüzlerce insan izledi. Türkiye’de genellikle özel gösterimler yaptık. Avrupa’nın 10’dan fazla ülkesinde gösterimler yaptık.
Yönetmen Aydın Orak

Filmi yasaklayan kurulda kimlerin olduğunu biliyor musunuz? 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Sinema Müdürü Hakan Taşçı bir gazeteciye, komisyonda 9 kişinin bulunduğunu söylemiş: “Bakanlık temsilcisi olarak bir kişi var. İçişleri, Milli Eğitim bakanlıklarından birer, sinemayla ilgili meslek kuruluşlarından üç, konusunda doktora derecesi olan sosyolog, psikolog ve çocuk psikoloğu da komisyonda yer alıyor.” Bu durumdan şunu anlıyoruz. Tüm komisyon hükümetin kendi adamlarından oluşuyor. İstediği gibi at koşturuyorlar.

Bu karara itiraz ettiniz mi? 

Karara itiraz etmedik. O süreçlere giremedik. Fakat bu yasağı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımak istedik. Ama yoğunluktan o sürece de giremedik. Hukuki bir süreç izlemeyi düşündünüz mü? Düşündük. Fakat bir türlü bu süreci izlemeye ne takatimiz kaldı ne de zamanımız elverdi. Ama daha iş işten geçmiş değil. Bu süreci tekrar başlatabiliriz.

Bu yasaklama aynı zamanda yurtdışı için geçerli mi? Yurtdışındaki festivallerde gösteriliyor mu? 

Filmin yurtdışı yasağı yok. Çıkan karar filmin Türkiye dağıtımını engellemek içindi. Film Türkiye’de yasaklanınca yurtdışı festivallerine de gönderemiyorsunuz. Çünkü yurtdışı festivallerinin çoğu Kültür ve Turizm Bakanlığı’na danışıyor. Böyle bir durumda bakanlığın yasakladığı filmimizi bu festivallere önermesi söz konusu olamazdı. Fakat film Avrupa’daki çeşitli alternatif ve muhalif film festivallerinde gösterildi. Ve hâlâ gösteriliyor.

Filmin kitlelere ulaşması için neler yapıyorsunuz? 

Film yasak. Yani resmî olarak film yasaklandı. Bu yasağı delip filmin DVD’sini basacak bir yayıncıyla karşılaşmadık daha. Fakat filmin Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, Arapça gibi dillerde altyazısı olduğu için yurtdışında DVD’sini basmak gibi bir düşüncemiz var. Filmin internet sitesini yaptık. Oraya yükledik. Fakat devam edemedik. Sonra filmi iPhone’a yükleme girişimleri oldu. O girişimler devam ediyor. Filmi kendimiz DVD yaptık. Birkaç yerde satışı oluyor. Film gösterimlerinde standa koyuyoruz. Bazı yerlerde korsancılara izin verdik.



         Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Bêrîvan” filmini yasaklama gerekçesini belirten yazı.


 Batman Valiliği’nin “Bêrîvan” filminin gösterimini yasakladığını bildiren yazı.


Cannes Film Festivali'nin Türkiye standı kataloğu, Berivan film sayfası



Berivan Bursa Emniyet Müdürlüğünce gösterimi engellendi, haberi.


Al Hayat Gazetesi Berivan yasağıyla ilgili haberi

Gündem Gazetesi yazı

FİLMLE İLGİLİ VİDEOLAR
FİLMİN FRAGMANI https://www.youtube.com/watch?v=cVbI2ahRxIo
AYDIN ORAK FİLMİ ANLATIYOR-ÜLKE TV https://www.youtube.com/watch?v=ZW2Mn03eGxM
YASAK CANNES HABERİ https://www.youtube.com/watch?v=Q9bEXC-47vQ

Not: Bu ropörtaj Siyah Bant'ın kitabından alınmıştır.