12 Haziran 2015 Cuma

Bir Yaşar Kemal muhabeti


Bir dağ gibi kadim: Yaşar Kemal



İnsanın adı, sanı, yaşı piştikçe, varoluşu gerçek anlamda gerçekleştikçe, kısacası büyüdükçe dünya tıpkı nefsi gibi giderek küçülür. İnsan büyüdükçe nefsi küçülür. İşte bu deneyimi bu cümleleri Yaşar Kemal’i tanıdıkça kendi kendime yıllar yılları kovaladıkça söyledim, deneyimledim ve öğrendim.

Bir çırak bir ustanın yanında ne öğrenir? Ustadan sadece sanat veya zanaatını öğrenmez. Bu sadece küçücük bir şeydir. Asıl öğrendiği şey; onunla aynı atmosferi soluması, baktığını görmesini bilmesi, oturmasını, kalkmasını, yürümesini, kısacası yaşamasını bilmesini öğrenir. Havadan sudan konuşması bile, onunla aynı havayı soluması, ustanın çırağına havanın nasıl soluduğunu öğretmesi yeterince bir ‘şey’ değil midir zaten! Öğrenmek dediğimiz nedir ki: Yandım piştim elhamdülillah değil midir?

2005 yılında Gündem gazetesi kültür sanat sayfası için yazılar röportajlar yapıyordum. O cahil cesaretiyle Yaşar Kemal ile röportaj yapacağıma bir anda karar verdim. Telefonu aldım ve Usta’yı aradım. İçimden “şimdi sekreteri çıkacak, ona ulaşmam çok zor” derken telefonun diğer  ucunda Yaşar Kemal tok sesiyle “Aloo” dedi. Kendimi toparlamam zor oldu. Ona Gündem gazetesinden aradığımı, kendisiyle söyleşi-sohbet etmek istediğimi söyledim. Usta “Aydın, yazılarını okuyorum. Bugün görüşelim.” dedi.
-Ne taraftasınız?
-Asya’dayım.
-Hocam ben Avrupa’dayım. Asya’ya geçebilirim.
-Hayır. Aydın, ben Avrupa’ya geçerim. Hilton’da buluşalım. Saat 15.00’te…
-Tamam. 15.00’te.
Gazetedeki arkadaşlara Yaşar Kemal ile röportaj yapacağımı sormak istedikleri olup olmadığını sordum. Biri üstadın bir yaprağın dalından yere düşüşüne kadar, o kadar betimlemeyi nasıl yaptığını sordu. Pınar Selek yayın kurulumuzdaydı. O da gelmek istediğini söyledi. Yemekhaneye çıktım. 20 dakika sonra biri bağırdı: “Aydın, Yaşar Kemal telefonda seni arıyor.” Koşarak aldım ahizeyi:
-Buyurun hocam.
-Aydın, 15 dakika geç kalacağım. Köprüde trafik var. Haberin olsun.
Şu inceliğe bir bakar mısınız? İnsan insandan, çırak ustadan sadece mesleği öğrenmiyor demiştim. Hayatın tüm inceliklerini, geçmişi, geleceği, en çok da içinde olduğu anı yaşamayı deneyimliyor.

KÜRT AYDINI SEN MİSİN?
Pınar ile Hilton’da Usta’yı beklemeye başladık. Kısa bir süre sonra o dev cüssesiyle, dağ gibi, Mezopotamya ve Anadolu’nun tüm kadim kültürlerini içinde barındıran o dağ adam tüm heybetiyle giderek bize yaklaşıyor. Tam yanımıza vardı. Parmağıyla beni gösterip:
-Kürt aydını sen misin?
-Evet, ben Kürt’üm ve ismim Aydın.
-Nasıl ama Kürt aydını. Gazeteyi niçin aradığımı anladın mı?
Başta idrak edemedim. Sonra gazetenin numarasından beni aramasının ne demek olduğunu anladım. Oturduk. Uzunca bir sohbete girdi. O kadar meseleleri kendine has üslubuyla anlatırdı ki, hem güler, hem eğlenir, hem öğretir... O bir dengbêj, bir abdal, bir ozan bir Yaşar Kemal’di. Evdalê Zeynikê için Kürtlerin Homeros’u diyordu. Ben de bu toprakların Homeros’u dememin doğru bir tanım olacağını düşünüyorum onu dinlerken ve ona bakarken.

Konuşma arasında onun Teneke oyununu Kürtçeye çevirmek istediğimi söyledim. O da çevirebileceğimi ve sahneleyebileceğimi, hiçbir telif de istemediğini söyledi. Aradan zaman geçti. Teneke’yi Kürtçeye çevirdim. Ve kitap 2006’da yayımlandı. Kitabı ona vermek için tekrar görüştük. Kaç tane kitap getirmem gerektiğini sordum. Yazara 12 tane kitap verildiğini, böyle bir adetin olduğunu söyledi.

TENEKE’Yİ KÜRTÇE SAHNELEYECEĞİM SÖZÜMDÜR
Oyunun ne zaman sahneleneceğini her görüştüğümüzde veya telefonla konuştuğumuzda sorardı.
-Teneke’yi ne zaman sahneleyeceksin?
-Hocam, oyunun kadrosu biraz fazla, bu kadar kadroyla, dekor kostüm ile ve Kürtçe sahnelemek, maliyet olarak bizi aşıyor. Bütçesini oluşturmak için bir şeyler düşünüyorum.
-Yok mu oyuna destek olacak, sponsor olacak?
-Oyun Kürtçe olacağı için pek kimse yanaşmıyor.
-Dur, birkaç kişi var. Onlarla görüşeyim. Haber vereceğim.
Yaşar Kemal gibi aslen Kürt olan bir yazarın eserinin kendi ana diliyle sahnelenmesini o yaşıyorken, dünya gözüyle, kendi eserini sahnede görmesini çok istiyordum. O da, o kadar istekliydi ki, kendi eserini ana diliyle sahnede görmeye… Fakat kendime ve ona bir söz verdim. Teneke’yi onun anısına, er geç, kendi ana dili olan Kürtçeyle sahneleyeceğim. Bu ona verilmiş bir sözdür.

Sohbetlerimiz boyunca iki dilli espriler yapar, Kürtlerin politik olarak kurtuluşundan söz ederdi. Erbil’de yapılan Cegerxwîn Kültür Festivali’ne davet edildim. Yaşar Kemal’i de ısrarla davet etmek istediklerini söylediler. Usta ile görüştüm. Durumu anlattım. Sağlık sorunlarından kaynaklı gelemeyeceğini, ama festival için bir mesajının olabileceğini söyledi. Mesajını bana söyledi. Ben de Mesut Barzani’nin de hazır olduğu festivalde okunması için mesajı ilettim. Usta mesajında Cegerxwîn’in Kürtlerin Nâzım Hikmet’i olduğunu söylüyordu.

YAŞAR KEMAL, MUSA ANTER’İ ANLATIYOR
Musa Anter’le olan anılarından sürekli söz ederdi, usta. Özellikle Kürtçe ıslık çaldığı an ki anlatımı ve anısını Musa Anter’in yaşamını anlattığım Araf oyununda video ile anlatıyor. Yani usta sahnede Musa Anter ile birlikle video yoluyla oynuyor. Oyunun en samimi anlatımdan bir tanesidir: “Musa Anter gibi öfkesiz Kürt görmedim. Onu öldürdüğü için, bağışlamıyorum bu devleti.”

Kitapların, toprağın, doğanın, otun, böceğin, ateşin, ağacın, kuşun, yiğitliğin, taşın, dağın Mezopotamya’nın, Anadolu’nun, dünyanın ölümüdür Yaşar Kemal’in ölümü. Bir kalem, bir kağıt ve bir orman değil midir zaten bir yazarı var eden? Bir yazar, bir kalem bir kağıt ve bir ormanda tekrar yaşam bulmayacak mı sanki! Bir yazarın gövdesi, bir ağacın gövdesi kadar kadim, bir dağın heybeti kadar görkemli, bir kelebeğin gölgesi kadar hafif ise işte o zaman o gerçektir. Gerçeklik dediğimiz zaten bir rüya değil midir?

Kitap olmak insan olmaktan zordur. İnsan sonsuz olur. Kitap hep var olur. Aslolan o kitaba kendi kanından, kendi terinden damlatmak değil midir mürekkep yerine? İşte o zaman insan kendi yazdığı kitap olur. Ve işte o yüzden kitap olmak daha zordur. Hem bir kağıt olur, hem bir yazı olur, hem de bir insan olur. O insan da bir yazar olur. Dünyaya sığmaz olur. Sonsuzluk içinde var olur.
Teneke, 2006 yılında Berçem Yayınları'ndan çıktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder